Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’nün tanımına göre sağlık, “sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil aynı zamanda ruhen, bedenen ve sosyal yönden tam iyi olma halidir.”
Sağlık hakkı; hastalığın tedavi edilmesi, sağlığın korunması, rehabilite edilmesi ve geliştirilmesi durumlarında sağlık kurumlarına ulaşabilme, sağlık hizmetlerinden faydalanma; temiz suya ulaşma, beslenmenin sağlanabilmesi için yeterli ve güvenli gıdaya ulaşabilme, dengeli ve sağlıklı bir çevreye sahip olma, üreme sağlığı ve cinsel sağlık eğitimi dahil sağlıkla ilgili bilgilere erişebilme hakkıdır. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi sağlık hakkı temel bir insani yaşam hakkıdır. Din, dil, ırk, göçmen, tutuklu vb., bireylerin statüsüne bakılmaksızın her kesimin eşit bir şekilde sağlık hakkından yararlanabilmesi adına ulusal ve uluslararası platformlarda rapor, anayasa, sözleşme, protokol ve bildirilerle (DSÖ Anayasası, Alma Ata Bildirgesi, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi vb.) “sağlık hakkı” güvence altına alınmıştır. Dolayısıyla sağlık hakkı, ilkin devleti, sağlık çalışanlarını ve daha sonra da uluslararası örgütleri ve toplumları bu anlamda yükümlü kılmaktadır. Sağlık hakkı ihlalinin söz konusu olduğu durumlarda ise ulusal ve uluslararası hukuki yaptırımlar uygulanabilmektedir.
Sağlık hakkı devlete; saygı duyma, koruma ve yerine getirme olarak üç başlıkta sorumluluk yüklemektedir. Saygı duyma; sağlık hizmetini verenler tarafından hakkın ihlal edilmemesini ve engellenmemesini sağlaması; yerine getirme; bireyin hizmetten faydalanması için devletin hizmet için gerekli çalışmaları yapması, koruma ise bir başkası tarafından bireyin sağlık hakkının ihlal edilmesinin engellenmesidir. Tüm bunların yansıra devletler sağlık hizmetini bütçesine ve kapasitesine göre vermektedir. Yani herhangi bir eksiklik durumunda ilgili merciye karşı suçlayıcı girişimlerde bulunulmamalıdır. Ancak ilgili merciler de zamanın koşullarına göre gerekli çalışmalarda bulunup ilerleme kaydetmeli ve gelişme sağlayabilmelidir. Ayrıca sağlık hizmetinde özelleşme, orta ve düşük gelirli bireylerin yeterli ve gerekli sağlık hizmeti alımını zorlaştırmaktadır. Örneğin Sağlıkta Dönüşüm Programıyla bir yandan sağlık sisteminde ciddi ilerleme ve iyileşmeler sağlanırken bir yandan da özelleşme teşviki olan yap-işlet-devret mantığı bireye/hastaya daha fazla maddi yük getirmektedir. Dolayısıyla özelleşme etkisinin sağlık hizmeti nezdinde alt seviyelerde tutulması daha doğru olacaktır. Çünkü "sağlık" "hak" tır ve yaşamın devam ettirilmesi için bir ihtiyaçtır, lüks değildir.
Peki, sağlık hakkı ihlallerinin yaşanmadığı bir dünya nasıl mı olurdu?
İhtiyaç anında, özellikle acil durumlarda, en iyi sağlık hizmetinin alımı zor olmazdı.
Psikiyatrik hastalıklarda ve AIDS gibi cinsel yolla bulaşan hastalıklarda damgalanma durumları yaşanmaz, bu bireyler çekinmeden hastaneye başvurup tedavi olabilirlerdi.
Özellikle sık sık gündeme gelen sağlıkta şiddet haberleri duyulmaz, görülmez olurdu.
İhmalden kaynaklanan can kayıplarının, bireylerde kalıcı veya geçici hasarların büyük ölçüde önüne geçilebilirdi." Tabi burada çift taraflı sorumluluk ortaya çıkmaktadır. Hem hizmeti alan bireyin hem de sağlık hizmetini veren tarafların sorumlu, adaletli, hakkaniyetli davranışlar sergilemesi gerekmektedir.
Nihayetinde, sağlık hakkı ihlalllerinin günden güne azaldığı bir dünya elbette mümkündür.
Kaynakça
Karakul, S. (2016). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Sağlık Hakkı-I. İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 3(2), 169-206.
Karakul, S. (2017). Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarında Sağlık Hakkı-II. İstanbul Medipol Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 4(1), 17-58.
Kol, E. (2015). Türkiye'de Sağlık Reformlarının Sağlık Hakkı Açısından Değerlendirilmesi. Journal of Social Security, 5(1), 135-164.
Metin, B. (2017). Sağlık Hakkı. Sağlık Akademisyenleri Dergisi, 4(1), 46-50.
Zengin, N. (2010). "Sağlık Hakkı" ve Sağlık Hizmetlerinin Sunumu. Sağlıkta Performans ve Kalite Dergisi, 1(1), 44-52.
תגובות