Bu günlerde çok konuşulan bir konu var: Şiddet!
Şiddet üzerine düşünmek, konuşmak ve yazmak adeta bir ihtiyaç haline geldi. Belki de bunun başlıca nedeni her daim göz önünde bulunan şiddetin bizlere kendini dayatmasıdır. Geçtiğimiz yüzyıl bu dayatmanın son tarihsel halkalarından biriydi ancak öyle görünüyor ki gelecek yüzyıllarda da şiddet etkisini tüm gücüyle göstermeye devam edecek.
Ülkemizde gerçekleşen kurumsal şiddet olayları, günümüz şiddet olgusunun önemli bir basamağını oluşturmaktadır. Ataerkillik çerçevesinde aile, topluluk ve devlet üzerinde işleyen toplumsal değerler ve normların, kadın hakları bağlamında da etkili olduğu görülmektedir.
Kadınların doğurganlığının onları çeşitli ayrımcılığa maruz bırakmasıyla birlikte anneliğin aile ve toplumun gelişimi açısından önemli olduğu bilinmektedir. Kadınların sağlık hizmetlerine erişimde yaşadıkları sorunlar, ayrımcılık nedeniyle yetersiz beslenmeleri sonucu meydana gelen anne-bebek ölümleri, evli kadınların istenmeyen gebeliği sonlandırması talebinde eşinin onayının alınması zorunluluğu gibi cinsiyet ayrımcılığına yol açan hukuki düzenlemelerin olduğu da unutulmamalıdır. Kadınlarla ilgili tüm bu sorunların çözümü için yapılan yasal düzenlemelere kadınların da dahil edilmesinin önemli olduğu görülmektedir. Zira kadın-erkek eşitliğinin sağlanması için toplumda yerleşmiş kadın ve erkek rollerine ait ayrımcılık gösteren uygulamalar sona erdirilmelidir.
Toplum bireylerinin herhangi bir kalıplaşmış sınırlamaya maruz kalmadan, toplumsal yaşamın her alanına eşit biçimde katılabilmeleri demokratik toplumların temel ilkelerindendir. Toplumsal cinsiyet eşitliği temel olarak bir toplumda kadın ve erkeklerin cinsiyetleri, cinsel kimlikleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalmadan eşit hak, fırsat ve olanaklara sahip olması gerekliliğine işaret etmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitliği anlayışı, 1979 yılında Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi'nin (CEDAW) kabulüyle uluslararası bir norm haline gelmiştir. Bu sözleşme kadın ve erkeklerin birbirine eşit biçimde insan hakları ve özgürlüklerden yararlanmasını engelleyen, cinsiyete dayalı olarak yapılan her türlü ayrımcılığı ve kısıtlamayı bireyin hak ihlali olarak tanımlamıştır.
Sözleşmede kültürel, siyasi ve ekonomik her alanda kadınların insan hakları evrensel ve bireysel olarak kabul edilmektedir.
Politika ve uygulamalarda eşitlik ve ayrım gözetmeme, tüm insanlar için temel haklardan biridir ancak bireylerin haklarının korunmadığı ve yaşamını devam ettirmesi için gerekli önlemlerin alınmadığı bir ortamda sağlık haklarından bahsetmek de mümkün değildir.
Kaynakça
Dursun, Y. (2011). Şiddetin izini sürmek: Şiddet nedir?. FLSF Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi, (12), 1-18.
İçli, G. (2017). Toplumsal cinsiyet eşitliği politikaları ve küreselleşme.
AKBULUT, Ö. F., & GÜNAYDIN, H. (2020). Çocuğa yönelik şiddetin çocuk hakları sözleşmesi bağlamında incelenmesi. Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi, 1(1), 29-40.
Comments